Salı

29- Ne demek şeffaf olmak..?


Ne demek şeffaf olmak..?
---------------------
Cevap:

Erdoğan Aktaş: Ne demek şeffaf olmak..?

İ.Ü. İktisat Fakültesi Prof. Dr. Mehmet Altan: "Şey" bir nokta bırakmamak, yani yaptığın her hareketin nedenini anlatabileceğin, sebebini açıklayabileceğin, görünürde, gün ışığında hareket edebilmek. Bu toplum gün ışığında hareket etmek istemiyor. Yani hem toplum olarak ve toplumun örgütlenmiş biçimi olarak, devlet olarak, Türkiye kazandığından daha fazlasını, haketmediğini almak için hep şartlanmadan gelmiş. Yani Osmanlı’da bir rekabet olmaması, üretim olamaması, Osmanlı’nın bir talana dayalı mali imparatorluk olması bizde kötü refleksler bırakmış. Ve bu toplum bir şekilde hakettiğinden çok daha fazlasına yönelik hareket, bir ister arzu içinde. Ve bunun da temelinde Osmanlı İmparatorluğu’nda nasıl padişah istediğini istediği şekilde ödüllendiriyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nde de devlet dağıtımcı bir rol üstlenmiş. Yani normalde kapitalist bir ülkede rekabet vardır, insanlar üretirler, yarışırlar ve hak ettiklerini piyasadan alırlar.

Biz de Osmanlı’dan gelen bu kötü tortu nedeniyle devlet paylaştırıcı rolünü üstleniyor. Paylaştırıcı rolünü üstlendiği vakit, bu rekabetin olmadığı, üretim karşılığı piyasadan senin hak ettiğini aldığın bir toplum olmaktan çıkıyor ve bütün toplumu, siz yavaş yavaş uyuşturucuya alıştırır gibi hak etmediği bir şeyi alabileceği fikrine yatkın bir hale getiriyorsunuz. Bunu fiilen de doğruluyorsunuz. Bu saydamlıktan toplumu olduğu gibi uzaklaştırıyor. Mesela, şimdi ne bileyim, Türkiye’de devletle toplum arasında illegalite, yasal olmayanın üstünde bir anlaşma var. Faili meçhulün peşine halk çok gitmiyor. Ama devlet de hazine arsasının yağmalanmasına, kaçak elektrik kullanılmasına, rüşvetin üstüne gitmiyor. Bu hukuk devleti olmaktan çıktığımız, devletin paylaştırıcı rolünü üstlendiği ve bütün toplum olarak hak ettiğinden fazlasını alma, bir beleşe, avantaya yatkınlık gibi bir durum ortaya çıkarıyor. Siz hak ettiğinizin dışında bir şey aranıyorsanız tabiki saydam olamazsanız.
***

Erdoğan Aktaş: Peki bu raporu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Altan: Bu rapor çok enteresan ama bu rapor kadar çok ilginç olan bir başka rapor vardı. Sayıştayın 2000 yılı ropuru, mali yıl raporunda inanılmaz şeyler söyleniyordu. Normalde kulağı hassas, sizin çok kulağınız hassas ama aynı kulak hassaslığını toplumda bulamıyoruz, habercilik açısından da müthiş bir haberdi o. Yani bir manşetlerden inmemesi gereken bir rapordu ve o rapor bizim 1971 yılıyla 99 yılları arasında 116 milyar doların bütçe dışı harcandığını söylüyordu. Ve aynı zamanda Türkiye’nin dış borçlarının bir kaydının kuydunun, düzenli bir tutanağının olmadığını söylüyordu. Eğer bir toplum 1971’le 99 yılları arasında 116 milyarı bütçe dışı harcıyorsa bu ikinci görünmeyen bir gizli bütçesi var demektir. Ve bu neden saydam olmadığını da anlatayım şimdi..

Çünkü saydam olmak şudur; ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, vergimi veriyorum ve devlet o vergiyle var oluyor. Ama bu vergiyi nereye harcadığımı göremiyorum. Bu verginin harcandığı yeri göremezse direk vatandaş ve bunu sorgulayamazsa, orası saydamlıktan gittikçe uzaklaşır ve kokuşmaya, çürümeye başlar. Çünkü parlamentoların temelinde vergi vardır, o vergilerin kontrolü vardır. Şimdi Sayıştay ki, Sayıştay nedir bu sorduğunuz vakit üniversite öğrencileri bile bunu tanımlamakta zorluk çekiyor. Ordan da saydamlaşmamız zorlaşıyor, Sayıştay, TBMM adına kamu harcamalarını kontrol eden kurumdur. Ve ne gariptir ki Sayıştay’ın yetkilerini arttırmaya yönelik bir yasa tasarısı bunu halk adına denetlemeyi meclis adına yapıyor, meclis tarafından reddedildi. Şimdi o Sayıştay, 2000 yılı mali raporunda diyor ki; ey ahali 1971 ile 1999 yılları arasında senden alınan vergilerin 116 milyar dolarlık kısmı ki bu aşağı yukarı bizim bir yıllık toplam üretimimizin yarısından fazla. Bütçe dışı bir şekilde harcandı.

Bu toplumun hiçbir kendi verdiği vergiler üstünde denetimi olmadığını, çok karanlık bir şekilde paralarını harcadığını, kamunun para harcama olanaklarının kanun dışında yapabildiğini gösteriyor. Onun için bu raporun söylediği daha önce bir kez de bir başka anlamda Sayıştay tarafından söylendi. Ama bu rapor özel sektörün de çalışmalarını vesaireyi de daha geniş alanda irdeleyen bir rapor. Yani Türk toplumu şeffaf değil. Şeffaf olmak çok zor bir iştir. Fakat şeffaf olduğunuzda çok güçlü olursunuz. Şeffaf olmak için kendinize özgüven gerekir. Dünya çapında üretebildiğinize emin olmanız lazımdır, rekabetten korkmamanız lazımdır. Kimsenin yanına yanaşma değil birey olarak ayakta kalmanız lazımdır. Ve Türk toplumunun genel özelliklerine baktığımız vakit, biz hepimiz ilk okul 4’ten terkiz, çalışan iş gücünün yüzde 80’i mesleksiz, toplam üretimimiz ulus olarak 5 milyonluk Norveç kadar değil ve hepimiz bir şekilde beleşine devletten geçinmeye şartlanmışız. Bunlar buranın şeffaf olmasını engelleyen hususlar.

Ama buna daha teknik olarak bakarsak, bütçedeki paralar nereye harcanıyor? Kim harcıyor? Nasıl harcıyor? Onlara bakmamız lazım. Bir de bütçe dışı meseleler var. Mesela Türkiye’deki silah alımlarıyla ilgili harcanan paralar bütçede görünmez. Biz silahları neyle alıyoruz? Bunu kimse bilmez. Mesela bu da gündeme gelmez. Şimdi bu harcanan paralar nasıl harcanıyor, gündeme gelmedikçe, çünkü bunu gündeme getirenin de muhakkak bir yerlerde bir kirli dosyaları, bilmem şeffaf, saydam olmayan ilişkileri vardır diye, herkes herkesi çıkar, projektör tuttuğu vakit, bir şekilde bir derdi varsa insanların bir şeffaflığın peşinden gitmezler. Şimdi o toplumla devlet illegalitede, yani kanun dışında mutabakat içindeyse kimse şeffaf olalım diye bir birini zorlayamaz. Ordan da gelen bir sakatlık var.
***


Erdoğan Aktaş: Şimdi bu raporda enteresan bir noktaya daha değiniliyor. Bu raporda eğer üst sralarda yer alıyorsanız ki ülkemiz dördüncü, kredi aldığınız zaman risk oranınız fazla gösteriliyor ve buna göre krediyi geri ödemede daha fazla para harcıyorsunuz bu yine rapora giriyor, vergi olarak yansıyor. Ve böylelikle halkın geçim sıkıntısını da etkiliyor, aynı zamanda tabi kaynakların dağıtımı ve harcanması konusunda da.. Bu olayın mali boyutuyla ilişkisini nasıl açıklıyorsunuz..?

Mehmet Altan: Şimdi şeffaf olmadığı vakit bir toplum, şimdi bu akılcı değil demektir. Akılcı olmadığınız vakit doğanın kendisindeki akla karşı hareket ediyorsunuz anlamına gelir. Ve bunu çok pahalı ödersiniz. Yani toplumların akılcı olmamasının maliyeti çok yüksek. Biz bunun maliyetini sadece bu söylediğiniz anlamda, borcun riski büyük olduğu için faizine bakmayın. Şimdi toplum olarak trafik kazalarında ölenler, hastane kapılarında ölenler, yanlış teşhisten ölenler, depremde ölenler, mesela ihale yasasını Türkiye de işleyebilirdi. Türkiye’de bugün siyaseti nasıl finanse ediyorlar? İhale yasasıyla. Halbuki Gümrük Birliği anlaşmasını, belirli bir paranın, limitin üstündeki ihalelerin Avrupa Birliği düzeyinde herkese açılarak bir rekabet içine sokulması şartı var. Bunu uygulasak, mesela Türkiye’de ihale mafyası ortadan kalkar ve ihale mafyası ortadan kalktığı vakit, depremde ilk önce kamu binaları çözmez. Ne bileyim, geçenlerde mesela damı uçtu okulun, çocuklar öldü, çocuklarımız ölmez. Şimdi bu da bir şekilde şeffaf olmanın dolaylı maliyetidir. Şimdi bu toplumsal olarak bu kadar geri kalmışlığın, fakirliğin ve trafikte, depremde, şurda burda ölmenin hepsinin aslında maliyeti şeffaf olmamakta yatıyor. Ben bunlarda şeffaf olduğunuz vakit zaten riskli bir yer olmaktan çıkıyorsunuz, faizi de ödemiyorsunuz. Ama o mali boyuta gelinceye kadar biz insan olarak, insan zaiyatı olarak, geri kalmışlık olarak, yaşam kalitesi açısından bunun bedelini ödüyoruz.
***


Erdoğan Aktaş: Rapora baktığımız zaman, demokratikleşmeyle ekonomik gelişim arasında şey görünüyor? Bunu nasıl değerlendirirsiniz..?

Mehmet Altan: Demokrasi nedir..? Sizin vergi, şimdi devlet kutsal falan değildir. Devlet hepimize hizmet etmekle yükümlü bir aygıttır. Yani parasını bizden alır, yani devletin patronu benim. Normalde olmam gerekir, ama Türkiye’de iş tersine dönmüş ve devlet halkın patronu. Şimdi demokrasilerde siz bireyle yani vatandaşlık tanımına, birey tanımına dayalı bir ilişki bu. Vatandan nedir? Hak ve yükümlülükleri Anayasa’yla yasayla tanımlanmış bir ilişki biçimi devletle birey arasında, neler yaparım neler yapar, neler yapamam, neler yapamaz, hak ve görevler, yükümlülükler. Şimdi bu ilişkiyi yürüten esas temel unsur vergidir. Ben vergi veririm o da bana hizmet sunar. Ben bu devlete vergi verdiğime göre, dünyanın en ileri ülkesindeki en ileri vatandaş kadar da hizmet talep ederim. Bunu vermediği vakit de yargılarım, sorarım. Ben yönetilenim, o da yöneten. Ve yönetilenler vergilerinin karşılığını alamadıkları vakit yönetenlerden hesap sorarlar. Demokrasinin özü budur.

Şimdi biz vergilerimizi eğer 71 yılıyla, Sayıştay’ın resmi açıklamasında, 99 yılları arasında 116 milyarlık kısmının nereye harcandığını bilemiyorsak, burda birey, vergi veren insan, vatandaş, o toplumun en temel unsuru, kendi demokratik hakkını, yani hizmet alma, hizmetin niteliğini sorgulama, vergisinin nereye gittiğinin peşine gitme gibi en temel vatandaşlık hakkını kullanamıyor demektir. Şimdi bu ekonomik olarak böyle bir hakkı kullanmadığınız vakit, demokratik olarak da devletin size karşı davranışlarını, yer yüzü standartlarını geliştirmesini, özgürlüğünüzün peşine de gidemiyorsunuz. Çünkü bu özgürlüğün temelinde bu hesap sorma, denetleme unsuru var. Bunun denetlenmediği bizzat Sayıştay tarafından söyleniyor. İşte silah alımlarını de ben söylüyorum mesela, bir akademisyen olarak kimse bu işin içinden çıkamıyor. Yani biz silahları nerden aldığımızı akademisyenler düzeyinde bilemiyoruz. Bu alanlar bilemiyor. ***


Erdoğan Aktaş: İlk cümlelerinizde, toplumu bir nevi hak etmediği şeylere doğru gitmesine alıştırmak dediniz. O zaman Avrupa Birliği’ni hak etmiyor muyuz biz..?

Mehmet Altan: Şimdi Avrupa standartlarına baktığınız vakit bu devletçe, burda piyasa ekonomisi yok. Onun için şeffaflık olmuyor. Yani piyasa ekonomisinden Türkiye çok uzak, devlet çok ekonomide hakim. Dağıtım rolünü üstleniyor. Bizim Avrupa Birliği’ni hak etmemiz için dağıtımı siyaseten değil ekonomik olarak ürettiğimizin karşılığını piyasada yapmamız lazım. Avrupa’da baktığınız vakit, kapitalist sistemin piyasa ekonomisinin dağıtımını, insanların piyasadaki rekabetleri sonunda ortaya çıkardığını görüyorsunuz siz. Eğer devletin ekonomideki rolü bu kadar yüksekse ve çalıştığınızın karşılığını ekonomik olarak değil siyaseten sizin dayandığınız bütçeye göre alıyorsanız o Avrupa Birliği’nden uzaklaşıyorsunuz demektir. Bir de çalışmanın, alın teri dökmenin karşılığında bir şey aramak yerine, devlete yanaşarak siyasi kulislerde, siyasi şeylerde taraftar bularak, yandaş bularak gizli saklı bir şekilde bir pay peşindeyseniz, bir soygun peşindeyseniz, o Avrupa Birliği’nden tabiki uzaklaşıyorsunuz, dünyadan da uzaklaşıyorsunuz. Bilgisayar çağı, saydamlık dışı bir idareye de yönetime de izin vermiyor. Yani yer yüzü gittikçe saydamlaşıyor. Ve Türkiye’nin en büyük temel sorunu bugün saydam olmamaktır. Neden saydam değil? Çünkü saydamlıktan korkacak kadar kendi öz benliğinde sakatlıklar görüyor.

http://www.ntv.com.tr/news/60363.asp